Masallarla Yola Çık / Judith Malika Liberman

Narada ve Vişnu

Hindistan’da epey tanrı vardır, ama aralarından üçü dünyayı var eder. Brahma, dünyayı hayal etmiştir ve her şeyin başlangıcıdır. Vişnu dünyanın devamını sağlar. Şiva yok eder, temizler ve yeniye yer açar.

“Zirvede olmak yalnız olmaktır” derler, tanrı da olsan. Belki de bu yüzden tanrıların onlara müzik çalıp şiir okuyann onlara tapan rişileri bulunur. Vişnu’nun yanında da Narada vardır. Bir zamanlar Narada sıradan bir insanken müziğiyle Vişnu’ya öyle büyük zevk vermiş, kendini ona öyle adamıştı ki, Vişnu onu ölümsüzlükle ve başka olağanüstü yetenekler ödüllendirdi.

Narada ile Vişnu iki eski dost gibidir; kah sohbet eder, kah tartışır, kah beraber uçarak yolculuk edip bir dağın zirvesinde dinlenir ve Narada’nın müziğine teslim olurlar.

Günlerden bir gün, Vişnu’yu özlediğinden, dağdaki bir mağaranın ağzına oturarak onu çağırmak için bir müzik bestelemeye başladı Narada. Müziğin çağrısını duyan Vişnu hemen onun yanına geldi. Narada selam verip onu ne kadar özlediğini söyledi. Vişnu, “Burada kalama, yola koyulmam lazım. Bugün beni en güzel ve en içten şekilde seven insanın yanına gidiyorum. Dünyada hiç kimse kendini bana onun kadar adamamıştır” deyinde Narada hem kıskandı hem de Vişnu’nun söylediklerine üzüldü. “Efendim, bu sözlerinizle sizi benden de fazla sevdiğini kastetmiyorsunuz heralde?” diye sordu.

“Evet, onu kastediyorum, senden bile fazla! Kerala’da yaşayan bu insanoğlunun adı Mutlu Mohan. İnanmıyorsan git gör, anlarsın” diyen Vişnu bir duman bulutunun içinde kayboldu gitti.

Narada önce, bir süre mağaranın önünde kalıp müzik çaldı. Vişnu’nun sözlerini unutmaya ve onun sadece şaka yaptığına kendini ikna etmeye çalıştı. Ama hissettiği kırgınlık geçmediği gib, bir kıvılcım olarak başlayan kıskançlığının her nefeste büyüyüp içinde bir yangına dönüştüğünü fark edince, bu Mutlu Mohan’ın yoklamaya karar verdi.

Enstrümanını kucağına aldı, güneye doğru giden bir rüzgarın üzerine atlayıp uçtu. Mutlu Mohan’ın evine geldiğinde yaşadığı kulübenin çok küçük ve fakir olmasına şaşırdı. En azından bir prens ya da bilgeyle karşılaşmayı bekliyordu; oysaki önünde durduğu kulübe basit bir işçi evinden başka bir şey değildi. Narada görünmez olup Mutlu Mohan’ın hayatını izlemeye karar verdi.

Mutlu Mohan mutfakta yemek hazırlarken, bir gözüyle de okul ödevlerini yapan kızını seyrediyordu. Yemek hazır olunca, iki muz yaprağını masaya örtüp üzerine pirinç, samba sosu ve tatlı-acı bir Hint turşusu koydu; kızının gününü sorup onunla ilgilendi; yemek bitince evi süpürdü, masadan kalan yaprakları komşunun ineğine yedirip kızını yatırdı ve uyutmak için ona şarkı söyledi. Kızı uyuduktan sonra, tek odalı evin bir köşesine kurduğu minik tapınakta bir tütsü yakıp dua etmeye başladı; iki dakika geçmeden kalktı ve yattı. Sabah uyanınca kızını okul için hazırlayıp çalıştığı kiremit atölyesine gitti ve bütün gün yük taşıdı. Bunu seyreden Narada afalladı. Kendini Vişnu’ya en çok adayan kişi bu olmazdı; Vişnu şaka yapıyor olmalıydı.

Ama yine de bir şey kaçırmadığından emin olmak için, o akşam Mutlu Mohan’ın zihnine ve kalbine girmeye karar verdi; belki orada gözünün görmediği bir şeyler olabilirdi. Akşam yine işleri bitirip tek başına yetiştirdiği kızını yatırdıktan sonra, Mutlu Mohan tapınağının önünde eğildi. Ve o an, Narada dün fark edemediği bir şeyi gördü. Dua ederken Mutlu MOhan zihnini ve kalbini öylesine Vişnu’ya açmıştı ki, Vişnu onun kalbinde var olmuştu. O iki dakika, eksiksiz, saf sevgiden ibaretti. O anda mutlu Mohan’ın özü öylesine saftı ki, onu hisseden Narada’nın gözlerin iki damla yaş süzüldü.

Bir rüzgar üstünde dağın başına geri uçtu ve mağaranın önünde oturup yine müziğiyle Vişnu’yu çağırdı. Vişnu geldiğinde onu gülen gözlerle inceledi: “Eeee? Tanıştın mı Mutlu Mohan’la? Bana adanmışlığını gördün mü?”

“Aman da aman!” diye cevap verdi Narada. “Gördüm tabi, ne biçim bir adanmışlık bu? Iki dakika süren adanmışlık mı olur?”

“Olur tabi, zaman bir yanılsamadır; derinliğe bakarım, güzelliğe bakarım, öze bakarım ben, süreye değil. Mutlu Mohan beni çağırdığında bütün benliğini armağan ediyor bana.”

“Peki ben? Sana sonsuzluğumu veriyorum; ama madem istediğin bu değil, ben de bütün benliğimi veririm. Ispatlamaya hazırım, test et beni Vişnu. Fırsat ver bana ki, göstereyim sana adanmışlığımın değerini.”

“Peki Narada, annesine ağlayan bir çocuğa benziyorsun, ama sevgin bana dokunuyor; deneyelim bakalım. Yarın, Bombay’ın merkezinde pazar kurulacak; Hindistan’ın en kalabalık pazarıdır. Sen görünmez olup bu kandili kafanda dengede tutup, kalabalık pazarda bütün gün yürüyeceksin.” Vişnu Narada’ya ağzına kadar yağ ile dolu bir tas uzattı; içinde ince bir fitil yüzüyordu. “Büyü yapmak yok, uçmak yok, normal bir insan gibi adım adım yürüyeceksin ve bu yanan kandil kafanın üzerinden dengede duracak. Bütün gün arkanda ölümün kılıcı seni takip edecek, bir yağ damlası dökersen ya da mumu söndürürsen o an kılıç seni vuracak ve sonsuz ışığın sönecek. Bunu yaparsan o zaman belki kendini Mutlu Mohan ile kıyaslayabilirsin.”

Narada sadece omzunu silkti. “Bana sana olan sevgimi ispatlamak için bundan çok daha fazlasını yaptım, ama yine de istediğin buysa, tabi yaparım.”

Sabahın ilk ışıklarıyla Narada, Bombay’ın büyük pazarında uyandı. Başının üstünde yanan kandille yürümeye başladı. Uçmadan, büyü kullanmadan böyle yürümeyeli yüzyıllar olmuştu. Narada önce alışmakta zorlandı. Ayrıca pazar öylesine kalabalıktı ki; canlı tavuk taşıyanlar mı istersin, sırtında dört çuvalı dengeleyen adamlar mı, yoksa ince ipek şalları silkeleyip düzenleyen genç kadınlar mı? Hiç kimse onu görmediği için herkese dikkat etmesi gerekiyordu, hem de ağzına kadar yağ ile dolu kandili kafasına dengede tutarak. Zannettiğinden zordu. Bir de ayrıca ensesinde her an bu mutlu yaşamını söndürebilecek ölümün kılıcını hissediyordu. Egosunu tatmin etmek için ölümsüzlüğü riske atmaya değer miydi? Narada korkmaya başladı, hatta titremeye.. Ama sonra toparlandı; odaklanarak bunu başarabilirdi. Bütün dikkatini etrafında hareket eden insanlara, kandile ve adımlarına verdi. Ve adım adım ilerlemeye başladı; sakin adımlarla gözleri sürekli etrafındaki insanları yoklayarak ilerledi. Akşama kadar.

Gece olunca, birden kendini tekrar dağ başında Vişnu’nun yanında buldu. Feci terlemişti bütün gün, ama ne bir damla yağ dökmüştü ne de ışığı söndürmüştü. Derin bir nefes verip Vişnu’ya döndü. Vişnu merhametle ona gülümsüyordu: “Tebrik ederim seni narada; ölümle yüzleştin, korkunla savaştın, insanların arasında dimdik, hilesiz ilerledin, odaklandın ve görevini eksiksiz yerine getirdin. Ama söyle bana, bu yoğun günün ortasında kaç dakika boyunca bana dua ettin? Bir an için bile benliğini bana armağan ettin mi?”. Bunu duyan Narada, ancak o zaman Mutlu Mohan’ın ne kadar büyük bir armağan verdiğini fark etti. Ve kendisine bu gerçeği gösteren Vişnu için en iyi becerdiğini bildiği şeyi yaptı. Enstrümanını eline alarak ona yen bir şarkı bestelemeye başladı.

Ya sen yolcu, kalabalık bir günün ortasında kendine bir dakika bile olsa durmak için izin veriyor musun? Nefes almak için bir dakika, kalbini açmak için bir dakika? Hayatın ne kadar zor olursa olsun, bir mucize olduğunu hatırlamak için. Kendine lezzetli, dolu, sonsuz bir an armağan vermeye hazır mısın?