Melis Ulaş
Yoga eğitmeni, Raw Food eğitmeni
melisulas@gmail.com

Canlı beslenme (Raw Food) ile ilk defa, annemin tedavi sürecinde kemoterapilerden zarar gören bedenini kuvvetlendirebilmek için çareler aradığım sırada tanıştım. Beslenme konusunu sorgulamaya, doğru beslenmenin ne olduğuna dair okumaya, izlemeye ve gerçekleri öğrenmeye başladıkça; eğitim üzerine eğitim almaya devam ederek ilerledim. Milyon dolarlık dev gıda(!) endüstrisinin hepimizi nasıl da kandırıyor olduğunu ve ağzımıza attığımız her lokmada an be an zehirlediğini öğrendikçe, markete girdiğimde hiç bir rafa uzanamaz, alışveriş sepetime hiç bir şey koyamaz bir hale geldim. Çünkü artık gerçeklerle tanışmıştım. Gerçek toksinlerle, kıvam arttırıcılarla, hormonlarla, koruyucu maddelerle, raf ömrünü aylarca koruyabilen(!) gıda görünümlü zehirlerle doluydu tüm market rafları. Hepsinin ambalajları, logoları çok bilindik, insan üzerinde bırakacakları etki için büyük paralar ödenmiş, reklamlarına servetler harcanan markalardı bunlar. Her birinin arkasını çevirip etiketini okumak ve dehşete kapılmaktan kanım donmuştu, yılmıştım. Mutfağa girip bir makarnayı zor yapan ben, 30’lu yaşlarına geldiği halde hamaratlıktan bihaber olan ben; bugün hiç pişirmeden neler yapılabildiğini gördükçe, herkesi beslenmeyle ilgili gerçekler konusunda bilinçlendirmek ve sağlıklı gıda tüketimi ve hazırlığı konusunda cesaretlendirmek için dersler, workshoplar ve atölyeler düzenleyerek bu yolda adım adım ilerliyorum. 

İnsanoğlu ateşi bulmadan önce milyonlarca yıl çiğ beslendi. Son dönemde öne çıkan "raw food" yani çiğ beslenme olarak bilinen akımla birçok kişi ilk insanın izinden yürümeye başladı. Peki, çiğ beslenme nedir? En basit açıklaması; pişmemiş besinlerle beslenmektir. Çiğ beslenme felsefesi de pişirme gibi herhangi bir işlemden geçirilmemiş gıdaların tüketilmesi temeline dayanır. Besinler çiğ hallerindeyken yüksek oranda enzim içerir ve vücut için yararlı olduğu düşünülmektedir.  Çiğ besinler aynı zamanda hâlâ yaşayan besinler olarak kabul edilir. Raw Food beslenme akımı, çiğ sebze, meyve, kuruyemişler ve yağlı tohumların tüketimine dayalıdır. Et ve süt ürünlerinin tüketimi yoktur.

Yiyeceklerin içindeki enzimler 45-47°C'de ısıtılınca büyük oranda yok olur. Oysa bu enzimlerin yiyeceklerin sindirilmesi ve yararlı kısımlarının beden tarafından özümsenmesi konusunda desteği olduğu düşünülmektedir. 47°C, yiyeceklerdeki enzimlerin var olabildiği en yüksek sıcaklıktır. Yiyeceklerin içinde bulunan enzimler bu sıcaklıktan sonra değişikliğe uğrar. 

Isıl işlem uygulanması; yiyecekte enzim kaybının yanı sıra pek çok vitamin kaybına da neden olur; C vitamini, folik asit, A vitamini vb. Diğer bir etkisi de, ısıl işlem uygulanan gıdalardaki minerallerin emilimi daha zordur ve vücut bu minerallerden de daha az yararlanır.

Bunları göz önüne aldığımızda; çiğ besinler ile daha yüksek vitamin ve mineral almak ve vücudu enzim üretmesi için daha az kullanmanın; daha enerjik bir yaşam ve daha güçlü bir bağışıklık sistemi sağladığını söyleyebiliriz.

Vücudumuzun değişik organlarının pH değeri, söz konusu organların fonksiyonlarına göre değişiklik gösterirken, hücre, doku ve organlarımıza oksijen, su ve diğer besinleri taşımak ve atıkları boşaltmak için aracılık eden kanımızın ideal pH değeri 7,365 olarak ifade edilir ve 7.35 - 7.45 aralığı genel anlamda sağlıklı olarak değerlendirilir. 

Bu seviyenin altı ve üstü vücutta türlü rahatsızlık ve hastalık oluşumuna uygun bir ortam olduğu anlamına gelir ve pH 7.0 seviyesini nötr olarak kabul edersek 7’nin altındaki değerler asidik, 7’nin üstündeki değerler de alkali olarak adlandırılır. 


Bu nedenle, sağlıklı bir beden için pH değeri olarak 7.35 - 7.45 aralığında olması istenen kanımızın normal koşullarda hafif alkali bir yapıda olduğunu söyleyebiliriz. Vücudumuzda, asidik bir ortam (pH 7’nin altındaki değerler) birkaç nedenle oluşabilir; ki bunlar ağırlıklı olarak asidik gıdalarla beslenmek, duygusal stres, toksik yüklenme, bağışıklık sisteminin türlü reaksiyonları, oksijen ve/veya diğer besinlerin hücreler tarafından emiliminin gerçekleşememesi gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. 

Alkali olmayı sağlayıp, toksik atık oluşumunu azaltan, başka bir deyişle vücudun sindirim yolunda çürümenin ve fermantasyonun asit oluşumuna neden olan reaksiyonlarını engelleyen besinleri birbirleri ile bağdaştırmayı öğrenmek, sağlığımız açısından çok önemlidir. Bu sayede kanda asiditeyi engellemek mümkün olabilmektedir.

Gördüğünüz gibi, beslenmeye dair doğru bilinen yanlışların sonu gelmiyor. Ancak, bu zamana kadar bizlere dayatılmış yapay bilgi ve akışlardan ne kadar sıyrılır ve doğayla uyumlu bir beslenme programı benimsersek, bedensel ve ruhsal bütünlüğümüzü korumayı, hayatla uyumlu ve dengede kalmayı o oranda başaracağız.

Beslenmeye dair doğru bilinen yanlışları detaylarıyla ele alacağım atölye; 31 Ekim’de saat 14:30-17:00 arasında Nefess Yoga’da gerçekleşecek. Merak eden, ilgi duyan herkesi bekleriz.

Hücrelerinizin toksinle değil, doğal gıdalardan gelen temiz besinlerle dolması dileğiyle…