İstemenin salık verildiği zamanlara doğduk. Bulunduğu halden daha iyisini istiyorsa birisi, olduğu insanın en ideal haline ulaşmaya çalışıyorsa aferin diyoruz ona. Mücadeleci oluyor o insan, ne istediğini bilen oluyor.


İstemek halbuki bildiğin şizofrenik, bilim kurgusal bir dürtü. Şu anda olmadığın, şu an için elinde olmayan, gelecekte belirsiz bir zaman ve mekanda olması muhtemel bir sen'e doğru ilerlediğin, ilerlerken şu andaki sen'i tamamıyla kaçırdığın, gözlerinin ve ellerinin o ilerideki ideal sene döndüğü bir hal, istemek. Hele arzulamak daha da ileri boyutu, öyle çok istiyorsun ki onu, elde etmemek diye bir seçenek söz konusu bile değil. Tüm hayatın o arzu üzerine kurulu, istiyorsun da istiyorsun.
İstersen evren verir diyoruz ya. Hiç kimse de demiyor evren seni olduğu gibi seviyor zaten, olduğun halin nesi yanlış?

İsteme de demiyorum aslında. Şu andaki varlığını küçümseyerek, gelecekte olmayan bir ana ulaşmaya çalışarak kendine yabancı düşme diyorum. Şu anda olduğun hal elindeki TEK gerçeklik. Buna da ihanet ediyorsan, onu bile beğenmiyorsan, o çok istediklerin her ne ise, gerçekleştiklerinde yine mutlu olmayacaksın.

George Vithoulkas sağlıklı insanın tanımını "tutkularından özgürleşmiş insan" olarak yapar. Bilmeyenler için; Vithoulkas yüz yaşına yaklaşmış hala espri yapma, yüzlerce homeopatı yetiştirme potansiyeline sahip, nobel ödüllü bir homeopattır.

"Bulunduğu halden memnun, dış koşullara rahatça uyum sağlayan, keyfi kolayca yerine gelen insan sağlıklı insandır"der Vithoulkas ve sağlıklı insanın tanımını yapan Dünya Sağlık Örgütü. Öyle her yastıkta yatamayan, kış gelince despresifleşen, şehre dayanamayan insan bu tanıma göre pek de sağlıklı olmuyor anlayacağınız. Neyse bu kısmına kafa yorun canınız isterse, isteyenle üzerine konuşuruz sonrasında.

Bu tanıma bir de "tutkudan özgürleşme" kriteri de eklenince tablo tamamlanıyor aslında. Tutkusu olan insan, altını çize çize, özellikle ve ısrarla "bir şey" ister. O şeyin dışındakileri görmez, esneklikten uzaktır, şu anında değildir. Şu an sahip olmadığını düşündüğü, elde edince daha mutlu daha başarılı veya sağlıklı olacağına emin olduğu "bir şey"i istiyordur. Israrla.

Sağlıktan uzaklaştıran sebep de tam burada. Bunu seneler sonra şimdi gerçekten anlayabiliyorum. Sürekli gelecekte olması muhtemel ve ideal olacağına emin olduğumuz birşeyi, bir durumu, birini, bir evi, bir zihin halini istediğimizi farkettim. Sinsi birşey... İstemiyorum sanıyorsun ama istiyorsun, zihnin o ideale dönük günlük hayatını geçiriyorsun.

Ne zaman ki istiyoruz, o zaman bu anımızdan ve bu gerçekliğimizden uzaklaşıyoruz. Bu da sürekli çabalayan ve tabii sürekli kendinden memnun olmayan bir tavra dönüşüyor. Beklentiye giriyorsun, dışarıdaki herkesten ve evrenden ve kendinden sürekli bekliyorsun. Hastalanma için ideal ortamlardır bunlar, mutsuzluk, anını yaşayamama, tatminsiz hissetme, gelecekte kalma, zihnin sürekli dır dır etmesi... Önce zihin yorulur tüm bunlardan, sonra beden "duur" der, duymayız. Durdurmak için hasta eder kendini, kimisi yine duymaz. Sonrası çoğunuzun bildiği fizik-zihin-ruh üçlemesinde dönüp duran zincirleme hastalık hikayeleri.

İstemeyi bırakırsak, hastalanmayacağımızı düşünüyorum... Özür dileyerek bu ahkamı kesmek istiyorum.

Dilek başka bir şey mesela... Dilemek, daha güzelini daha iyisini dilemek eğer sonunda ve nihayetinde bu noktaya, olduğun gerçekliğe geri dönebiliyorsan seni senden uzaklaştıran bir süreç olmuyor. Ama istemek ve o istediğin ana zihnini ışınlamak resmen şizofreni gibi. Sanki gelecekte yaşayan ve senden daha güzel, daha akıllı, daha sağlıklı ve daha mutlu bir ikizin var ve tek görevin hayatta onu bulup yerine geçmekmiş gibi. Kimse sana söylemiyor onun peşinden gitmemeni çünkü basitçe o ikizinin "yok" olduğunu.

Şöyle dünyadaki herkes sussa, tüm sesler bir anda dursa deriz ya, onun gibi, hepimiz bir anda herhangi bir şeyi istemeyi bıraksak, sağımıza solumuza bakıp içinde yaşadığımız gerçekliği görsek, tüm sistem tepetaklak olacak gibi hissediyorum.

Tüm dünyanın istemekten uzaklaştığı, kendi gerçekliğinde ve huzurla yaşadığı bir dünya da istemiyorum tam da bu sebeple. Onu bile istemiyorum artık. Tepeden bakmaktan farksız geliyor bana.

Diliyorum ama, tüm bunları konuşabildiğimiz, günün birinde konuşmamıza bile gerek kalmayacağı, sadece kendi, birbirimizin ve o dünya anının gerçekliğiyle kaldığımız, birbirimizin sırtını sıvazlarken, önümüzdeki işe baktığımız, ve her işten kafayı kaldırdığımızda birbirimize iyi ki varsın dedirttiğimiz o zamanların gelmesini diliyorum. Sonra dönüp bakıyorum ve şu an da ondan çok farklı değilmiş, onun kadar güzelmiş. Baya oradaymışız zaten, şu an olup biten tam da buymuş...

Güzel anlar bunlar...

Öpücükler, sevgiler ve saygılar...


Not: Yazı görseli kendinden 91 cm uzakta olan bir adamın hikayesini anlatan "Skhizein" adlı animasyona aittir!